15 Mart 2008

Görmek yada görmemek... veya doğru yerden görmek

Şimdi efendim 12 mart Çarşamba günü geçirdiğim ufak bir kaza sonucu çok sevdiğim, kalbimde çok büyük bir yer kaplayan %40 inceltilmiş, organik, antirefru sağ gözlük camım sizlere ömür bana ziyan bir biçimde hakkın rahmetine kavuşmuştu. Sonuçta 5.00 numaralı, bonus olarak da Astigmat denilen atsan atılmaz satsan satılmaz miyopluğum dolayısı ile tabiri caiz ise hiçbir dışkıyı göremeyem gözlerimle ile başbaşa kalmış idim. Neyse bir şekilde eve varıldı (Cem Beye üstün yelkenli kullanma başarısı için tebrik etmekteyim). Eski gözlükleri karıştırıp 4 sene önceki 2.75 numaralı %30 inceltilmiş gözlüklerimi taktım... Taktım takmasına da... takmaz olaydım.

Ondan sonraki günler zaten bir fiyasko idi sanki. Hiç kimseyi göremiyorum, tahta anlaşılmıyor; ya bırakalım şimdi tahtayıda önümden dünya güzeli geçse anlamayacağım (Ulan tut ki gerçek aşkı kaçırdım bu yüzden... Uluççç kafanaaaa :p) ki dünya güzeli olmasına da gerek yok şu anki gidişatımı ele alırsak (2.ci ilede yetiniriz canım). Neyse Babamın gayreti sayesinde hemen perşembe günü doktora gidildi, cuam günüde gözlükcüye ve gün itibari ile de yeni camlarıma (%40 inceltilmiş, organik, antirefru. Şimşek Optik ve Serkan abiye sevgiler) kavuştum. Peki asıl konu ne derseniz hemen gireyim efenim.

Cuma saat 17 sularında vapura binmiş dışarda oturupta vapurun kalmasını bekliyordum. Herkes bilirki iskelede martılar vardır uçar falan. Hiçte dikkat etmeyiz ne dönüyor diye, arada eğlence olsun diye kimisi simit falana atarda onalrda sıkılır yarısında kendileri yer, kısa tanımla obur dallama diyoruz onlara. O görmez gözlerim ile biraz kısarak kuşlara baktım. Bilindiğinin aksine martı ve güvercin dışında adını bilmediğim 4 kuş türü daha vardı. Ulan onlar hep mi ordaydı yoksa bir şansmı derken, o akşam elli bin kere gidip geldiğim yollarda pek çok farklı şeyin olduğunu farkettim. Hani derler ya "İstanbul bir başkadır", biz istanbullulara kandırmaca gelir. Harbiden de doğru ama görmesini bilene...

Başla bir ton şey farkettim. Misal odam harbiden çok dağınıkmış (ama bu beni onu toplamaya itti mi? Yooo.). Köşede ki gözlükcüde çalışan kız harbiden de çok güzelmiş (olum eftal iyice abazalığa vurmaya başladın aman dikkat.). İlhan İrem ölmemiş yaşıyormuş (euhe bizim tayfaya sevgilerle). Kısacası baktığım pek çok şeye bakmıyor muşum (diğerlerini sallada gözlükçüdeki kıza ve ilhan ireme ayıp oldu bak).

Şimdi tutupta "Heyo genç millet, biz geleceğiyiz buraların biz aslanız biz kaplanız hayata karşı daha açık gözlerle baklamalı daha çok yargılamalıyız yuppi" tarzı bir tepki vermeyeceğim. Neden derseniz?
Birincisi ailenizin kahramanı değilim ben.
İkincisi millet gözünü açarsa gözlükçüdeki kızı kapabilirler.
Üçüncüsü bir insan poposundan görmek istedikten sonra onu istesende gözlerinden görmeye zorlayamazsın (deneyim konuşuyor evet.).

Şimdi gözlüklerime kavuştum ne kaldı aklımda derseniz? Gözlükçü kız derim (yarın ben bi burun tutacaklarını değiştirmeye gidem...) Yeniden göremeyi kesecem (kızları değil. Alo.). Çünkü bazı şeyleri görmekte insan zorlanmadığı sürece görmemeye devam edeceklerdir. İstanbul bir başkadır evet. Başka bakmasını bilenlere...

10 Mart 2008

Denemcan... Bu bir aşk hikayesi...

Olasılık dersindeyim. Dersi bir öğrencinin dinleyipte anlama olasılığı, dinlemeyipte anlama olasılığından daha az olduğundan kimse dersi yumurtalıklarına takmıyor. Önümde oturan Shonencan ( isim vermek istemiyorum,ama ısrar olursa verebilirim, e-maille bana ulaşın pls.) nam-ı diğer M.can (eheheh) sırma saçları ile kamufule ettiği plastik kulakları ile müzik dinlemekte.

Nerden çıktı bu xxx-can takısı (xxx-can dan da iyi porno sitesi olur ha...)? Şöyle efenim; Mart'ın 4. günü (bol kedili, sağnak miyavlamalı 3 Mart gecesinin sabahı) saat 11.30 suları... Canavarların cirit attığı C dersi LabWork'un olduğu karanlık bilgisayar labına girilmiş. Yenmemiz gereken LW01 adlı "C"anavarı ( Lv 20, Hp: 15000, Mana: ohooooo, Lawful Kazık) ile boğuşurken (ellerimizde -5 two-handed (10 fingered) compiler "the gcc" ile) yazdığım programın ismini denemcan.c koydum. Kim bilebilirdi ki bunun geri dönülemez bir zaman ve mekan yırtılması yaratacağını (biz soru karşısında bir tarafımızı yırtıyoruz o ayrı bir mesele). Şimdi aslında benim amacım deneme.c yazmak idi, ama C dili tanrıları tarafından (bir tane değil bunlar),yanımdaki (koordinat x=3.0,y=0, saat 3 dönünde, osuruk mesefesinde) M.can'ın etkisi ile deneme.c oldu denemcan.c.

Sonra bu olay yayıldı tabii: Hedecan, yedekcan, yumurtalıkcan, shonencan derken iş Fundacana kadar vardı (All Hail to Fundacan?!). İyiki de vardı "can"ım. Denemcan efsanesi işte böyle başladı (devamıda var bunun ilk kitap followship of the "can"s, ikinci The two "can", üçüncü Return of the "can") Yakın zamanda bitecek gibi de değil...-can.

05 Mart 2008

Cadı'nın ağacındaki 7 büyük elma

Kaptanın seyir defteri tiftik yılı 2008. Günler geçtikçe dışarıdan gelen seslerden korkmaya başladım. Kedilerle aramda olan ilişki giderek kötüye gidiyor. "Küresel ısınmadan olsa gerek" diyerek kendimi avuturkene dışarıdan gelen sesler hiçte avunmama yardımcı olmuyor. Maltepe'nin kedilerinde bir sorun var... Aynen yeni türeyen bir kız türü gibi...

Nedir bunların olayları diye soracak olursanız kısaca anlatayım. Hastalarımızın özelliklerini sıralarsak; Zeka; hatrı sayılır derece de zekaları gelişmiştir bu türün, tikky kızların aksine beyinlerini mantıklı bir biçimde kullanmaya yönelmişlerdir. Dış görünüş; bu konuda da gayet evrimleşmişler. Bildiğin güzeller yani ama onlarınki marka bağımlılığı olan sadece ithalata katkı sağlan bir güzellik değil hem de. Boy; genelde kısalar (şaka canım şaka).

"Eee ne alıp veremediğin var bu tür kızlarla?" derseniz. Şimdilik yok. Aslında bu tür kızlardan bir erkek olarak alabileceğiniz çok fazla şey yok. Nasıl yani? Şöyle yani. Bu kızlar kendilerine bir erkeği aşık etmek için her türlü silaha sahip oldukları halde nedense aşka küsler."Eee bundan sana ne?" derseniz şimdilik "bana ne" cidden de, yani şanslıyım ki bu türden birisine aşık olmadım. Şimdilik...

Genel olarak böyle olmaların sebebi ilk aşklarında giden kötü gelişmelerden kaynaklanıyor. Bu arkadaşlar bu yaşanan ilk aşk vakasından sonra aşka inançlarını kaybediyorlar. Genelde 3 tür bunlar. 3 tür ilk ikisinin karışı gibi bir şey.

Şimdi iki farklı türünü inceleyelim bunları. Birincisi; insanlar yaşamak veya mutlu olmak için karşı cinsten biri tarafından sevilmek ister. Yani matematiksel olarak ele alırsak belli bir miktarda sevgi pointine ihtiyaçları vardır. Normal insanların (arkadaşlar, aile fertleri vb) sevgi pointleri 1 ile çarparkene. Sevgilin ki 7 ile çarpılıyor. Yani kısaca sevdiğiniz insanın size verebileceği mutluluk 7 kat daha fazla (extralar hariç). Tamam, şimdi denklemden sevgiliyi kaldıralım. Eee sevgi pointe ihtiyacımız var bunun nasıl karşılayacağız ki? Şöyle ki; eğer arkadaşlarınıza daha yakın davranırsanız bu gerekli pointleri onlardan sömürebilirsiniz. Bunun sonucu olarak ise karşı cinsten yakın arkadaşlarınız sizin sevgi point sömürmenizi yanlış anlayacak ve ister istemez size karşı duygu beslemeye başlayacaktır. Ha ama siz aşka küstünüz. Karşı cinsten arkadaşınız babalara geldi yani...

İkinci tür biraz daha karmaşık. Bu arkadaşların Armor Pointleride yüksek ve daha kendilerini bilir biçimde davranıyorlar. Bunlar arkadaş çevrelerindeki insanlardan fazladan sevgi point sömürmek yerine arkadaş çevrelerini genişletiyorlar; böylece daha fazla kişiden normal miktar sevgi point ile açığı kapatıyorlar. Ha bunun sorunu ne? Siz bu arkadaşları yakın arkadaşınız sanarken öyle bir hareket geliyor ki başınıza, kendinizi bok gibi hissetmeye başlıyorsunuz. Siz onu yakın arkadaşınız sanıyorsunuz ama onun sevgi point sağladı pek çok insandan sadece birisiniz. Ha bunlar armorlarının gücü sayesinde dışarıdan aşık olanlarla fazla uğraşmıyorlar ama es kaza denk gelirseniz baya aşalanmaya hazır olmanız gerekir.

Bunun dışında bide bunların "Hibrit" modeli var ki; oy oy oy ona hiç girmeyelim...

Bu türün çaresi var mıdır derseniz? Var, birinin çıkıpta bunları kafalarına balyoz indirmişcesine aşık etmeleri. Lakin ulaşılması daha kolay ve güzel kızlar olduğundan bu potansiyel "kabuk kırıcılar" pek ilgilenmiyor bu arkadaşlarla.

Bu şekilde bu "popom" dışında başka hiçbir şeye dayanmayan makalemi bitirirken kediler hala beni korkutmakta, ama onlara helal olsun sevmek ve sevilmekten kaçmıyorlar en azından.

04 Mart 2008

Sahipsiz şiir

Sahibi yok bu şiirin. yazdığım zaman ki kafamdaki kişi sahibi olmak istemediğini söylemişti bu şiirin. Aslında şiirden haberi yoktu ya neyse. Pek çok şiirim gibi, o dönemki şiirlerimi de çöpe attım. Bi bu kaldı nedense aklımda. Basit ama okuması zevkli

Beyoğlunda yağmur, cebimde son meteliğim
Islanmış güzüm, bedenim
Köşe başınca çiçekci, Sarıyerde evim
Aklımda sen, fikrimde sen

Beyoğlunda yağmur, elimde çiçeklerin
Cebimde de kalmamış meteliğim
Köşe başında sen, Sarıyerde evim
Aklımda sen, kalbimde sen

Sona kalan dona kalır...

Yine bir mart akşamı (ulan daha nerden baksan 4 hafta var martın bitmesine yeni bir başlangıç bulmak lazım), bu akşam kedigillerimiz erken başlamış. Pencereden gördüğüm kadarı ile 4'lü bir grup var. İki olasılık var 4 kedinin yapabileceği; ya okey oynuyorlardır, ya da... "ya da"sını boşverelim şimdi.

Hiç sevmem birşeyden son haber alan adam olmayı. Bi tür takıntı belki de bu. Misal en yakın arkadaşım kız arkadaşından mı ayrılmış (arkadaşım kızsa durum değşebilir,bazıları acayip çemkiriyor. Elin dallaması üzünden arkadaşının ağlamasını izlemek... Pek bana göre değil); ilk ben bilecem. Canımı sıkılmış yine ilk ben bilmek isterim. Tüm tatsız haberlerde ilk öğrenen olmak isterim. Güzel haberler ise o kadar önemli değil. Sonuçta insanın acısını bilirsen sadece paylaşmazsın, ona yardım da edebilirsin. Güzel haberlerde ise onun canını sıkma veya kıskanma olasılığın vardır daima.

Misal şu an dışarıdan 4lü kedi çetemizden "sevinç" dolu sesler geliyor. Merak ediyor muyum? Hayır. Herhalde siyah olan okeye dönüyordur.

Mesela buluşmalarda son haber alan adam bensem gelmem kesinlikle. Eskiden olsa (eski garip bir kavram 1 sene önce takmaz gelirdim 4 sene önce gelmezdim.) pek bir şey demeden gelirdim.
Şimdilerde son adam olmak kendini 5. tekerlik gibi hissettiriyor adama. Ferrari'nin bile olsa 5. tekerliği olmam arkadaşım. Bunu yapınca da "oyun bozan" deniliyorsun.

Bak mesela dışarıda ki Taksici beydayı amcaya, adam direk gitti dağıttı kedilerin okey masasını, beyaz olan taş çalıyordu herhalde. beyamca dayı da bir garip konuşuyor, kedimi yutmuş ne ağzından "hasftrikulan" tarzı bişey çıktı. Belki de mayaca falan biliyordur. Ya da içtiği ayranın mayası bozuktur. Kısaca maya ile ilgili bir sorun var, ama ben bilmem dayı amca bey bilir.

"Sona kalan dona kalır" şimdiki hayat felsefem budur bu konularda. Tersini söyleyebilirsiniz tabii ki. Ama açık olun, gözlerinizi kapattığınızda kendinize yakın tuttuğunuz insanların en son sizi hatırlamasının "kafaya takılmayacak", "abartılmayacak" bir kısmı yok. Zaten böyle hissetmiyorsanız o insanlara değer vermemişsiniz demektir. Kandırmayın ne kendinizi ne de onları boşuna derim.

Anidir her başlangıç...

Saat 02.00 bu mart gecesinde beklenin aksine kedi miyavlamaları olmaksızın bilgisayarın başına çökmüş halimle gezinirken "Lan herkes blog yapmış, ben neden yapmıyorum" hışmı ile girdim bu projeye ama bakalım ne olacak.

Biraz başkalarının bloglara bakılınca "herhalde edebi olmak lazım" gibi bir kanı uyanıyor kafasında insanın ister istemez. "Ne zaman yazarım... Ne kadar yazarım... " Sorularından sonra ise "Kim okur burayı..." gibi daha karamsar bir hale geçiyor insan ki, beklenen ilk kedi miyavlamaları (daha çok miyah tarzı bişey geldi ama olsun) bir fikir atıyor kafama.

"İlla başkalarının okuması için değil ki blog. Bir tür günlük gibi ama herkese açık."

Bu fikir daha çok hoşuma gitmeye başlıyor. Sokaktaki kedigillerinde sesinden bakılırsa onlarda hoşnut; ama benden mi? Hiç sanmıyorum.

Benim dışımda buraya uğrayanlar. Öncelikle hoşgeldiniz, istediğinizi okuyup istediğiniz şekilde yorumlayabilirsiniz. Merak etmeyin çok özel şeyler bulmayacaksınız burda; başkalarının farkındalığı ile yazılmış olaca pek çok şey. "Saklayacak hiç birşeyim yok" yalanı olmadan, ama samimiyetle...