18 Mayıs 2008

Cadı'nın geçen 20. baharı

20 seneni doldurmuşsun artık sanırsam.
Dilek olay 20 bahar geçmiş hayatından.
Kaç kazan kaynattın kimbilir 20 yılda veya daha kaç kazan kaynatacaksın... Kim bilir kaçını ben görebileceğim.


Sen süpürgene binmiş giderken 21. senene doğru. Biz ayağı toprağa bağlı olanlardan yıldızlara daha yakın olan sen, hep öyle kal.

Nice senelere Witch of the Black Rubies...

Kazanlarında bi boy büyümüştür şimdi senin...

12 Mayıs 2008

Ata Demirer, Johnny, bira ve kadiköy yokuşu...

Nerde kalmıştık bakalım ?

Üç parmak muhabbetinden sonra dağılmış olan ben kendimi içkiye vurmak sureti ile kara tarihimi, kör bahtımı biraz olsun neşelendirmek için kendimi birahiye vurdum. yok fiziksel bir temas anlamında değil... Birahinin içindeki biraya vurdum kendini. Neyse öbür masalara sıçramış olan üç parmak muhabbetinin ve benim şaşkınlığın bitinceye kadar güle oynaya muhabbet devam etmişti o gece. Ama ne derler bilirsiniz bir şey es kaza yanlış başladı mı öyle devam eder.

Şimdi günü biraz daha açalım isterseniz. O üç parmak muhabbetinin koptuğu sabah aslında Uluç'un doğum günü idi. Bir araya gelmemizin temel sebebi ulucun doğum gününü kutlamak idi. Neyse o günlerde ben deniz nedense kafa yaklaşık iki metre yimi santim havada (boyla karşılaştırınca bi karış oluyor arkadaşım abartmayın). Toplanan millet ile buluşulmuş hep beraber patso yemeye gidilmişti(ulan herşey burdamı koptu acaba; çünkü o masadaki herkes sosisli patso yemişti...) bünyeye yeterli mikrop, çikrop (çikrop nedir ya oldu olacak bari çükrop olsun...) ve kedi eti alındıktan sonra hep beraber içmeye gidilmişti.

Geri kalan kısmını siz tamamlarsınız şimdi durum şu nedense herkes o günlerde Ata demirer'in şovunu izlemiş onu tartışmakta. ben konuya bir haberim. Bilen bilir bir skeci vardır ata demirerin reklamlarla ilgili. Neyse birden bu adam madam kayarım ben buna muhabbeti dönüyor aramızda. (o sırada üç parmak muhabbeti çıkmamış hazırda bekliyor çıksa maffolcaz yani) Neyse skeçi bilmeyenler için anlatayim. Çok eski zamanda (fi tarih) bir araba reklamı vardı. Yolda bir taş ve ötesi bayan abla otostop çekmekte sonra araba tam yanında durmakta sonra şöför birden bişey farkedip kaçmakta ve o güzel hatun ablamızın yüzü o günün teknoloji ile tutup yırtılarak içinden çirkin adam çıkar. Böyle abuk bi reklam eleman bunu izler ata demirerde ve şey der reklam bitince " Adam madam kayarım ben buna". Her neyse biz muhabbeti böyle genişletmişiz herkes birbirine kayıyor. Uludağdayız sanki herkeste kayak var yolda musait sanki. Neyse üçparmak zirvesinden sonra biz alkol durumumuz gayet yüksek bir halde yola çıkmışız. Akşam 11-12 suları ama kadıköy sokakları bomboş. Boğanın ordan aşşağıya inerken kendi aramızdan muhabbetlerde şaka yapmışım "2 metre aramıza mesafe koyun lan" diyip sürüden ayrılmışım. O sırada da önümüzden topuklu uzun sarı saçlı bir eleman geçiyor. Neden mi eleman dedim. Şöyle efenim arkadaşın doğuştan metronomu var; ancak yokmuş gibi davranıyor (evet travesti...). Gördüm ben elemanı bizimkileri beklemek için durdum. O sırada bunlar geliyor. Şimdi hava karanlık, bizimkilerin açı kötü, bide alkollüler... Bunlar bizim elemanı abla sanmışlar. Muhabbete girmişler "Ulan taş gibi", "her eve lazım" diye. Ben dedim ki beyler eleman travesti idi. O an ki suratlarını unutamam. Elindeki şekeri yere düşmüş çocuk gibi bi suskunlaştılar bunlar gözleri yaşardı adeta...


İşte tam o anda... Johnny ağzından o ölümcül gecenin lafı çıktı. "Adam madam kayarım ben buna". İşte o gün benim o kadıköy yokuşunu yuvarlayarak indiğim gündü. Sadece benim mi ? orda ki herkesin.

Gözlerimizde yaşlar. Ellerimizde sazlar belimizde pekin ördekleri ile (portakallı pekin ördeği yapacaz kafa o kadar iyi) yuvarlana yuvarlana minibüslere gitmiştik. O akşam pek çok kere dediğim iki şeyi içimden bir kere daha demiştim. "uluç iyi ki doğdun" ve "Olum Johnny manyaksın sen".


Neyse adam madam kaçarım ben burdan...

11 Mayıs 2008

Üç Parmak Sorunsalı...

Şimdi herşeyin kökü birahi ile başladı aslında. Yanlış olan birahi değildi bu konuda aslında. Birahinin bir suçu yok, suçu olan şişede durduğu gibi birahide durmayan bira diyebilirmiyiz. Hayır abisi kesinlikle sorun nam-ı diğer Johnny ve kendisinin yerinde duramayan 3 parmağı...

Şimdi herkes bilir 5 erkek ( tercihen abazalığın dibine vurmuştur bu insanlar, genelde hepsi sigara falan kullanır, boyları ve kiloları değişgendir) bir araya geldiği zaman eğer yaş kemale ermişse konuşacakkları konu bellidir. Kızlar, kızlar, ve onlarla olan yakın temas ilişkileri. Neyse içkininde etkisi ile güzelleşen sohbet barda devam etmektedir. Bendeniz yan masadaki kızı kesmekte olan N.Ş.A.'da gayet terbiyeli, edepli ve kendini bilen insan (yalancılığının dibine vurmak ?!) bu arkadaşların yaptığı hafif dozajta terbiyesiz ama ölümüne zevkli muhabbete kulak misafiri olmaktaydım. Neyse efenim konu bir bayanı belli hırdavatı kullanmadan nasıl mutlu edebilirize geldi ( nam-ı diğer ön sevişme). Neyse biz basit şeylerden bahsederken Johnny üç parmak dedi. Dedi demesine de benim %55'i yandaki masada olan dikkatim tamamen yerle bir oldu. Üç parmak nedir abi? nası yani 3 parmak? nereye giriyor o olum manyak mısınız siz? Hem o hatun 3 parmağı yedikten sonra bu işim muptelası olur anca bizim Mikail keser (ki Mikail Amerikan asıllı Siyahi bir arkadaşımızdır, anlayan anladı). Sonra biz böyle muhabbetini yaparken yan masaya sıçradı zaten muhabbet ve o bayan arkadaşımız sittin sene daha bana pas vermeyecenden dikkatiminin %55'i bana geri dönünce bi şey farkettim. Johnny'in eller küçük... Bildiğin küçük onun üç parmak benim 1.5 parmak anca eder ( zaten o ellerle bu eleman ya piyanist olurdu yada yazılımcı. Gitti yazılımcı oldu başımızı dijital saat yazdı az önce mesela...) Neyse ama benim şaşkınlıktan vediğim muhabbet ile buda aramızda bir efsane olarak tarihe geçmiş oldu. O zamandan beri nerde 3 parmak görsem aklıma Johnny gelir. Bide Mikail...


Daha böyle efsanelerimiz var, var olmasınada hangi birini anlatacam ki, mesela Funda var, Come on rocky get sirious gibi muhabbetlerimiz var. Ölene kadarda hatırlarız artık. Mesela son muhabbette "Lamba" şarkımız.

Bi ara onuda dinletiriz demi ?
Ha bu sırada Ne Lambası diyenlere için cevap
Gaz lambası...

02 Mayıs 2008

Bahar ?! Part 0.99

Dikkat alttaki yazıyı Casper laptopu olanlar okumasın...

Önemli günlerden biri olan 29 Mart günü gelmiş çatmış. Biz Ali'nin ayarlaması ile (All Hail Ali Servet Eyüboğlu?!) Casper fabrikasında yapacağımız toplantı için yola çıktık. Şimdi şu Casper fabrikasını biraz açalım.

Açalım derken o eşşek kadar binanın içinde ne olmasını bekliyorsunuz siz? Ben gerçek anlamda ciddi bir fabrika olduğunu sanıyordum ama içeri girince ve biraz gezince bu düşüncenin aslında ne kadar yanlış olduğunu anladım. şimdi binanın hakkını verelim, hayatımda gördüğüm en teknik ve dizaynı güzel binalardan biri idi. Temizliğinden tutunda asansörüne kadar... ancak (ki işin en büyük falsosu burda) fabrikalıkla alakası olmayan bir yer burası. Montaj merkezi daha mantıklı bir tanımlama olur. Montaj derken aman sakın ciddi bir şey yapıldığını sanmayın yeteri kadar bilgi ile 13 yaşındaki bir veledin yapabileceği işlemler bunlar. HDD tak, anakart tak gibi takışma işlemlerinden oluşuyor.

Neyse güzelim "fabrika" gezildi, sonra işleri halletmek için toplantı salonuna geçildi. İşte Casper laptop olayı orda ceyran etti. Şimdi bir apla (yaşca benden baya bir büyüktü herhal) ki kendisi Casper'ın namından dolayı beklenmeyecek güzellikte bir apla (bahar bitti, hala yanlızım, kanım kaynıyorrr oyy oyyy...) biz projektöre Ali'nin laptop bağlarken gelip "aaaa Casper laptop değil mi ? nasıl olur ama bunu kullanamazsınız" diyerek beni dumurlardan dumurlara uğrattı. Şimdi dumurları bir sayalım. Birrr ablanın kendisi... İkiii tikky benzeri bir ses tonu ile söylemesi... üççç Casper'ın laptopu varmış alo?!... Beşşş müdürleri görürse ne yaparmış (masaaltı ?)... Neyse grup olarak yaşadığımız bu dumurdan sonra yarı HP ve MP ile yolumuza devam ettik. Laptoplar kaldırıldı. (evet o kadar adamın içinde bir Allah'ın kulunun casper laptopu yoktu) Süper ötesi teknoloji binada (tuvaletlerin bile ışığı kendiliğinden açılıyor o derece) biz beyaz tahta ve kaleme kaldık...

Neyse bunları atlattık. Güzel bir buluşma oldu herşey zevkli geçti İnprodA varlığı ile bizi şereflendirdi. Eğlendik ve sonunda eve geri döndük. Bir Mart günü daha böyle kapandı sonra Nisan ayı başladı. (şu an bitmiş olan) Biz yaklaşmakta olan bilişim kariyer günlerinden bi haberken kapıya elinde sopa ile 7-8 Mayısın gölgesi dayandı dayanmasına da... Kapı yoktu ki... Çünkü önce Nisan ayında odayı döşeyecez hep birlikte...

Bahar?! Part 1.00 ile bahar ayı konumuda bitiriceğim. Sonuçta artık bahar şaşkınlığının yerini Yazın baygınlığı almaya başladı. Kalın salıcakla...

Not: evet 4. nedeni söylemedim dumurun o b ende kalsın...