12 Mayıs 2008

Ata Demirer, Johnny, bira ve kadiköy yokuşu...

Nerde kalmıştık bakalım ?

Üç parmak muhabbetinden sonra dağılmış olan ben kendimi içkiye vurmak sureti ile kara tarihimi, kör bahtımı biraz olsun neşelendirmek için kendimi birahiye vurdum. yok fiziksel bir temas anlamında değil... Birahinin içindeki biraya vurdum kendini. Neyse öbür masalara sıçramış olan üç parmak muhabbetinin ve benim şaşkınlığın bitinceye kadar güle oynaya muhabbet devam etmişti o gece. Ama ne derler bilirsiniz bir şey es kaza yanlış başladı mı öyle devam eder.

Şimdi günü biraz daha açalım isterseniz. O üç parmak muhabbetinin koptuğu sabah aslında Uluç'un doğum günü idi. Bir araya gelmemizin temel sebebi ulucun doğum gününü kutlamak idi. Neyse o günlerde ben deniz nedense kafa yaklaşık iki metre yimi santim havada (boyla karşılaştırınca bi karış oluyor arkadaşım abartmayın). Toplanan millet ile buluşulmuş hep beraber patso yemeye gidilmişti(ulan herşey burdamı koptu acaba; çünkü o masadaki herkes sosisli patso yemişti...) bünyeye yeterli mikrop, çikrop (çikrop nedir ya oldu olacak bari çükrop olsun...) ve kedi eti alındıktan sonra hep beraber içmeye gidilmişti.

Geri kalan kısmını siz tamamlarsınız şimdi durum şu nedense herkes o günlerde Ata demirer'in şovunu izlemiş onu tartışmakta. ben konuya bir haberim. Bilen bilir bir skeci vardır ata demirerin reklamlarla ilgili. Neyse birden bu adam madam kayarım ben buna muhabbeti dönüyor aramızda. (o sırada üç parmak muhabbeti çıkmamış hazırda bekliyor çıksa maffolcaz yani) Neyse skeçi bilmeyenler için anlatayim. Çok eski zamanda (fi tarih) bir araba reklamı vardı. Yolda bir taş ve ötesi bayan abla otostop çekmekte sonra araba tam yanında durmakta sonra şöför birden bişey farkedip kaçmakta ve o güzel hatun ablamızın yüzü o günün teknoloji ile tutup yırtılarak içinden çirkin adam çıkar. Böyle abuk bi reklam eleman bunu izler ata demirerde ve şey der reklam bitince " Adam madam kayarım ben buna". Her neyse biz muhabbeti böyle genişletmişiz herkes birbirine kayıyor. Uludağdayız sanki herkeste kayak var yolda musait sanki. Neyse üçparmak zirvesinden sonra biz alkol durumumuz gayet yüksek bir halde yola çıkmışız. Akşam 11-12 suları ama kadıköy sokakları bomboş. Boğanın ordan aşşağıya inerken kendi aramızdan muhabbetlerde şaka yapmışım "2 metre aramıza mesafe koyun lan" diyip sürüden ayrılmışım. O sırada da önümüzden topuklu uzun sarı saçlı bir eleman geçiyor. Neden mi eleman dedim. Şöyle efenim arkadaşın doğuştan metronomu var; ancak yokmuş gibi davranıyor (evet travesti...). Gördüm ben elemanı bizimkileri beklemek için durdum. O sırada bunlar geliyor. Şimdi hava karanlık, bizimkilerin açı kötü, bide alkollüler... Bunlar bizim elemanı abla sanmışlar. Muhabbete girmişler "Ulan taş gibi", "her eve lazım" diye. Ben dedim ki beyler eleman travesti idi. O an ki suratlarını unutamam. Elindeki şekeri yere düşmüş çocuk gibi bi suskunlaştılar bunlar gözleri yaşardı adeta...


İşte tam o anda... Johnny ağzından o ölümcül gecenin lafı çıktı. "Adam madam kayarım ben buna". İşte o gün benim o kadıköy yokuşunu yuvarlayarak indiğim gündü. Sadece benim mi ? orda ki herkesin.

Gözlerimizde yaşlar. Ellerimizde sazlar belimizde pekin ördekleri ile (portakallı pekin ördeği yapacaz kafa o kadar iyi) yuvarlana yuvarlana minibüslere gitmiştik. O akşam pek çok kere dediğim iki şeyi içimden bir kere daha demiştim. "uluç iyi ki doğdun" ve "Olum Johnny manyaksın sen".


Neyse adam madam kaçarım ben burdan...

Hiç yorum yok: