30 Eylül 2008

Masal

Kasvetli bulutlar sarmıştı gökyüzünü, sanki dünyadan renkleri çalmak istermişcesine. Gri renge boyanmış bu diyara yağmur sanki hesap sorarcasına yağıyordu, hiç durmadan. Pencereden gelen sesle irkildi kedi sahibinin ayak ucunda. Sahibi, yaşlı adam ise donuk gözlerle yağan yağmuru izliyordu. Ne yağmurun sesini duyabiliyordu kulakları nede rüzgarın yaktığı o acı ağıtı. Duymaz olmuştu yorgun kulakları, durmadan aramaktan yorulmuştu hiç bulamayacağı o güzel sesi. Bitmek bilmez yağmuru izlerken yaşlı adam gerçekten mutlu olduğu günlerin anılarını hatırlıyordu.

İki aşık vardı anılarında adamın güzeller güzeli prensesle onu seven hayalperest bir genç. Masallarda olabilecek kadar güzeldi hergün onlar için Nasıl bulmuşlardı birbirleri? Nasıl başlanıştı masal? Önemli değildi. Sadece ikisi vardı onlar için başı ve sonun olmayan; ya da onların öyle bilmek istedikleri masallarında. Tepedeki o küçük salıncaklarında her gün, bir öncekinden daha mutluydular. Sanki genç hep sallayacaktı prensesi salıncakta ve prensesi hep gülecekti ona. Ne kader; ne de ölüm uyandırabilecekti onları rüyalarındaki bu tatlı masallarından; ama her güzel rüya gibi bitecekti onlarınki de uyanmadan.

Hayalperestti genç bu diyarda yaşayan kimsenin almadığı, bilmediği kadar; ama hiç uymuyordu bu diyar onun hayallerine. Her geçen gün daha da sıkışmış hissediyordu kendi bu dağların arasındaki yerde. Onun için farklıydı hayallerinin denizi,havası ve toprağı. Buraları tek güzel şey yapan şeydi prensesi ve küçük masalları. Ayrılık ise onlara bembeyaz bir zarfta gelmişti. Zarfın içinde hayallerinin altın anahtarı vardı gencin yanında da tek kişilik bir bilet. Herkesinki gibi tek kişilikti onunda hayalleri.

Sonraları bulutlar sardı masal diyarının mavi gökyüzünü. Kararını vermişti genç gidecekti bu diyarlara cebine koymuştu hayallerinin anahtarını tek kişilik bilet ile beraber. Çok önceleri söz vermişti kendisine ne olursa olsun hayallerimi gerçekleştireceğim diye. Yalnız bırakacak olsa da prensesini bu onun olmayan diyarda gidecekti buralardan. Sonraları  gökyüzünün toprağa küstüğü bir gün gitti bu denizi ve toprağı onun olmayan diyardan. Arkasında kalan tek bir fısıltıydı, gözyaşları ile ıslanan, prensesinin " Gitme... Seni seviyorum" diyen. Prensesini tek başına bırakmıştı salıncağında...

Çok sonralar döndü eski masal diyarına. Saçları ağarmıştı hayallerinin peşinden koşmaktan. Geç anlamıştı değerini, hayalleri için terkettiği prensesinin. Geri döndüğünde koştu tepedeki salıncaklarına belki olda olur diye. Bulduğu ise kırık bir salıncaktan başka ne olabilirdi ki. İlk defa tatmıştı hayatında bu kadar büyük bir korkuyu. Nefessiz kalarak koştu prensesinin beyaz şatosuna. İçeride ise bulduğu tek şey seneler önce yazdığı üç beş mektup ve adına yazılmış gözyaşı kokan bir  sararmış bir zarftı. Ölmüştü  prensesi toprağı bile onun olmayan bu diyarda. Ne prensesine layık bir mezar bulunmuştu; ne de onu seven bir ziyaretcisi olmuştu geçen yıllarda. Sararmış zarfta ise sadece iki kelime yazılıydı onun için, kan kırmızısı bir mürekkeple yazılmış ve gözyaşları ile dağlanmış olarak. “Seni Seviyorum”.

O günden sonra başladı bitmeyen yağmur ile rüzgarın ağıtı. Ama bu yorgun hayalci adam artık ne yağmuru duyuyordu ne de rüzgarı. Prensesinden en son duyduğu şey yankılanıyordu kulaklarında " Seni seviyorum" diye. Yıllar sonra yine o şatoda ayak ucunda oturan kediyle yağmura bakarken. Yıllar önce gitmeden söyleyemediği sözü fısıldadı

"Bende..."

Gökyüzü ile toprak barışmıştı sonunda, o anda; ama ne yazık ki hayalci genç görememişti kendi diyarının güneşini. Ölümün soğukluğuyla irkildi kedisi. Son bir kez baktı bu hayalci gence.

O gün başka bir hayalci genç buldu tepedeki salıncağı ve başladı heyecanla  prensesi için tamir etmeğe. Sanki Genç hep sallayacaktı prensesini,  prensesi de hep gülecekti ona…

 Sanki...

Hiç yorum yok: