17 Kasım 2008

Lord AleX...

Hiç bir zaman hatıralarına tam anlamı ile sayip çıkan birisi olmadım. Belki de onları çok çabuk unutmamın sebebide budur. Neyse beni bir kenara bırakalım konu ben değilim burda; Konumuz Lord Alex veya başka lakabı ile memedow .

Şimdi 3 tip insan vardır. Elma ağacını düşünelim hani şu her dinde bahsi geçen günahtan elmaların olduğu ağacı. Birinci tür gelir elmalara bakar, tadar. Bu adamlar normal insandır. Günahkarlıkları merakından kaynaklanır. İkinci tür gelir elmalara bakar. Yasak, günah der ve gider. Bu insanalar korkaktır. Son tip insan ise gelir elmalara bakar. Bir ısırık alır. Elmanın ne olduğu anlar. Sonra yere bırakır. İşte bu tür "Erdemli" dediğimiz insandır. Benim içinde böyle bir insan Lord AleX.

Kah güldüğüm, kah kavga ettiğim, kah çıldırttığım bir insandı memedow. Aynı sırayı paylaştığımız 2 yılda pek çok yaşadık. Ama her zaman beni şaşırtmasını bildi. Kazandığında kibir yapmayan, yenildiğinde pes etmeyen bir insan oldu. Ki gururla söyleyebilirim bana pek çok iyi şeyler kazandırdı.

Biraz yalnız bir insandı zeki. Yalnızlığı ama hiçbir zaman insanlardan nefret ettiğinden olmadı. Bir yalnız olarak onu çok iyi anlıyorum. Biz yalnız diye çağırılanlar, normal insanlardan sadece biraz daha fazla kendimize yer ayırmak isteriz. İnsanları sevdi daima memedow, benden daha farklı olarak. Bazen onlardan ihanet yedi. Bazen sevgisi yerlere atıldı. Hatta onu gerçekten üzenlerin isimlerinin baş  harflerini alfabesinden çıkarsa ismini bile söyleyemeyecek duruma geldi. Ama hala vazgeçmedi insanlara inanmaktan. En çok ayrıldığımız yerlerden biride bu belki.

memedow gibi arkadaşlarınızın olmasının ne demek olduğunu bildiğinizi umarım. Bir telefonun ucunda, ne kadar uzun zamandır görüşmemiş olsanızda, yardıma ihtiyacınız olduğunda arayabileceğiniz bir arkadaşınızın olması. Sizi dinleyeceğini bilmeniz. Bu üzgün ama güzel dünyada tam anlamı ile hayat kurtarıcı bir şey.

"işte orda hekesin hayatında pek çok bulunduğu koca elma ağcının dibinde
bir elinde günah kırmızı elma, yüzünde acı bir buruşukluk
işte bırakıyor elmayı yere kimileri domuzlar gibi yerken ellerindekini
yüzünde gülümse ile geliyor yanıma, elini koyuyor omzuma
-ne kadar berbat bir tadı var değilmi, diyor.
ağzımda çiğnediğim en tatlı şeyin gerçek tadını hatırlatıyor bana
elimden alıyor elmayı, yere koyuyor, ben boğazı elmanın acı tadı ile dağlanmış ona bakarken
gidelim bu lanet  yerden diyor, sadece kendini değil benide kurtarıyor"

İyi ki varsın memedow, iyi ki orda dışarılarda bir yerlerde olduğunu biliyorum. Yoksa insanlara kalan bu azcık güvenimden büyük bir kısmı eksilirdi. İyi ki varsın...


ulan sene sonunda tahtada ismini sırf gıcıklık olsun diye Zord Alex yazdığımda ne kavga etmiştik lan. İyi paketlemiştin beni :P. Eh be memedow ne günlerdi...

30 Eylül 2008

Masal

Kasvetli bulutlar sarmıştı gökyüzünü, sanki dünyadan renkleri çalmak istermişcesine. Gri renge boyanmış bu diyara yağmur sanki hesap sorarcasına yağıyordu, hiç durmadan. Pencereden gelen sesle irkildi kedi sahibinin ayak ucunda. Sahibi, yaşlı adam ise donuk gözlerle yağan yağmuru izliyordu. Ne yağmurun sesini duyabiliyordu kulakları nede rüzgarın yaktığı o acı ağıtı. Duymaz olmuştu yorgun kulakları, durmadan aramaktan yorulmuştu hiç bulamayacağı o güzel sesi. Bitmek bilmez yağmuru izlerken yaşlı adam gerçekten mutlu olduğu günlerin anılarını hatırlıyordu.

İki aşık vardı anılarında adamın güzeller güzeli prensesle onu seven hayalperest bir genç. Masallarda olabilecek kadar güzeldi hergün onlar için Nasıl bulmuşlardı birbirleri? Nasıl başlanıştı masal? Önemli değildi. Sadece ikisi vardı onlar için başı ve sonun olmayan; ya da onların öyle bilmek istedikleri masallarında. Tepedeki o küçük salıncaklarında her gün, bir öncekinden daha mutluydular. Sanki genç hep sallayacaktı prensesi salıncakta ve prensesi hep gülecekti ona. Ne kader; ne de ölüm uyandırabilecekti onları rüyalarındaki bu tatlı masallarından; ama her güzel rüya gibi bitecekti onlarınki de uyanmadan.

Hayalperestti genç bu diyarda yaşayan kimsenin almadığı, bilmediği kadar; ama hiç uymuyordu bu diyar onun hayallerine. Her geçen gün daha da sıkışmış hissediyordu kendi bu dağların arasındaki yerde. Onun için farklıydı hayallerinin denizi,havası ve toprağı. Buraları tek güzel şey yapan şeydi prensesi ve küçük masalları. Ayrılık ise onlara bembeyaz bir zarfta gelmişti. Zarfın içinde hayallerinin altın anahtarı vardı gencin yanında da tek kişilik bir bilet. Herkesinki gibi tek kişilikti onunda hayalleri.

Sonraları bulutlar sardı masal diyarının mavi gökyüzünü. Kararını vermişti genç gidecekti bu diyarlara cebine koymuştu hayallerinin anahtarını tek kişilik bilet ile beraber. Çok önceleri söz vermişti kendisine ne olursa olsun hayallerimi gerçekleştireceğim diye. Yalnız bırakacak olsa da prensesini bu onun olmayan diyarda gidecekti buralardan. Sonraları  gökyüzünün toprağa küstüğü bir gün gitti bu denizi ve toprağı onun olmayan diyardan. Arkasında kalan tek bir fısıltıydı, gözyaşları ile ıslanan, prensesinin " Gitme... Seni seviyorum" diyen. Prensesini tek başına bırakmıştı salıncağında...

Çok sonralar döndü eski masal diyarına. Saçları ağarmıştı hayallerinin peşinden koşmaktan. Geç anlamıştı değerini, hayalleri için terkettiği prensesinin. Geri döndüğünde koştu tepedeki salıncaklarına belki olda olur diye. Bulduğu ise kırık bir salıncaktan başka ne olabilirdi ki. İlk defa tatmıştı hayatında bu kadar büyük bir korkuyu. Nefessiz kalarak koştu prensesinin beyaz şatosuna. İçeride ise bulduğu tek şey seneler önce yazdığı üç beş mektup ve adına yazılmış gözyaşı kokan bir  sararmış bir zarftı. Ölmüştü  prensesi toprağı bile onun olmayan bu diyarda. Ne prensesine layık bir mezar bulunmuştu; ne de onu seven bir ziyaretcisi olmuştu geçen yıllarda. Sararmış zarfta ise sadece iki kelime yazılıydı onun için, kan kırmızısı bir mürekkeple yazılmış ve gözyaşları ile dağlanmış olarak. “Seni Seviyorum”.

O günden sonra başladı bitmeyen yağmur ile rüzgarın ağıtı. Ama bu yorgun hayalci adam artık ne yağmuru duyuyordu ne de rüzgarı. Prensesinden en son duyduğu şey yankılanıyordu kulaklarında " Seni seviyorum" diye. Yıllar sonra yine o şatoda ayak ucunda oturan kediyle yağmura bakarken. Yıllar önce gitmeden söyleyemediği sözü fısıldadı

"Bende..."

Gökyüzü ile toprak barışmıştı sonunda, o anda; ama ne yazık ki hayalci genç görememişti kendi diyarının güneşini. Ölümün soğukluğuyla irkildi kedisi. Son bir kez baktı bu hayalci gence.

O gün başka bir hayalci genç buldu tepedeki salıncağı ve başladı heyecanla  prensesi için tamir etmeğe. Sanki Genç hep sallayacaktı prensesini,  prensesi de hep gülecekti ona…

 Sanki...

29 Eylül 2008

Arkadaşlarım ve Takıları

Herkes bilir ki arkadaşlara arada takılan isimler vardır. Aslında isim takıştırma kavarmı hiçbir zaman benim çevremdeki insanlarda çok gelişmemişti. Yani hani filmlerde olur ya arkadaşar birbirne hep takıları ile hitap ederler. Sanmam ki bu alışkanlık güzide ülkemizde olası olsun.

Neyse bu yazının ana konusuna gelirsek arkadaşlarıma taktığım takılar ("Senarious beyden geline 24 ayar kapak" anlamında takmak değil ya.) Pek çok var ama bir kaçını yazacağım isim vermeye gerek yok.

Pedofili-can
Tanımı Klasik "xxx-can" versiyonlardan biri. Daha garip versiyonuda ver pedobearcan şeklinde. Belki loliconcan da olabilir.
Özelliği: bildiğin küçük gösteren hatunlardan hoşlanlara verilen ad. Aslında gerçek anlamından uzak ki zaten gerçek anlamını taşıyan birisi ile işim de olmaz.(Sonra senarious neden katil oldu, olur tabii a.q.)

Zoofili-can 
Tanımı: gerçek anlamı hayvan sevici bilindiği üzere (Hayvan gibi insanlardan ("hayvan gibi" insan kavramını baya bi ırgalamak lazım insan  hayvan mıdır yoksa hayvan insan mıdır.) bahsetmiyorum onlar öküzsevici oluyor herhalde, krosevici veya kaşınanda diyebiliriz (bkz jenna jameson).)
Özelliği: bu tip insanlar bi garip oluyor. Bol bol hayvanlı bişeyler izler. Ne olursa izlerler. Tvlerinin 1 tuşu Animal planet, 2. tuşu national geo, 3. tuşu animal sex(!)tir genelde. Bilgisayarları karıştırılırsa iyice gizlenmiş bir klasör içinde "cüceli_eşşekli_kaplumbağalı porno" bulunabilir. Bi gariptir bunlar durup dururken herhangi bir şeye bunun hayvanlısı olsa diyebilirler. Mesela t-shirtlere, otomobillere, mankenlere(!) gibi. İnsanlara zararı yoktur. Taa ki insanlarında hayvan olduğunu anlayıncaya kadar. Anlayınca bırakın bi seksüelliği. Ekosistem sevici olur bunlar. Harbi bak. Genelde makine mühendisi olur bunlar, aşırı durumlarda bilgisayar mühendislerinden de çıkar

Pedozoofili-can
Tanımı: Halk arasında civciv-sevici olarakta anılırlar. Bunlar üstteki ilk ikisinin karışımıdırlar. 
Özelliği: yok aslında çok zor bulunur (evet bi tanesini tanıyorum burdan Mr. B ye saygılar zuzu)

Şimdi daha spesifik olalım bakalım

Abaza-can: Tehlikeli lan bu adamlar harbi bak. Elleri falan durmaz bunların. hep bişey kavramak isterler. One handed keyboard using'in bokunu çıkarmışlardır(bkz. evrim teorisi). yeteri dozajda hormon salgılarsa ne yapacakları belli olmaz bunların. Yazları özellikle sıcak havalarda pek yaklaşmamak lazım.

Cünüp-can: Bunlar yukarıdakinin uysal formul. Yani kimse zararı yoktur bunların. Evlerinde istediklerini yaparlar. Amaa yanında fazla gezmeyin derim. Bu herifler şansızdır ama ölümüne yani bu heriflerle gezerken tutupta kafanıza bişeyler düşme olasılığı çok fazla. İşiniz rasgelmez bi kere, kesinlikle hemde. Trenler kaçar, uçaklar düşer, kızlar terkeder aman diyim aman.

Oha-can: Bunlar herşeye şaşırırlar. "abi geçen gün nefes alıyorum."a bile "oha abi nefes mi alıyorsun. hadi canım" tarzı girişirler. Sürekli bi şaşırma içindedirler. Bi önceli yaşamlarında kedi falandır bunlar. İlk başta tepkileri kulak tırmalarda sonra alışırsınız. hele bunların kız versiyonu vardır ki aman aman aman. "oha falan oldum yani". lütfen ölün pls. "oha bize ölün dedi oha falan oldum yani"


hikikomori-can: bu adamlardan arkadaş zor olur ya. Evden çıkmaz bunlar bak. Evlerini yaşam alanı tayin etmişlerdir. 20 metre kare alanda hayatlarını mutlu mesut sürdürebilirler. Gayet uysaldırlar da işte sosyal yönleri zayıftır.

gg-can: diğer bi ismi epic fail-can. aslında herşey açık, o kadar faildirler ki... yazamaya üşendim. gg.


Metal-can: çok eğlenceli lan bu tür. Bi garip bakarlar dünyaya zevklidir izlemesi. Paso metal dinletmeye çalışırlar falan anlamadığınız halde. İçten içi metalci yapmaya çalışırlar. Toplu taşıma aletlerine binince şarkılarını herkesler paylaşırcasına kulaklıkları bangır bangır öter. ama asıl amaçları bu değildir. sadece duymazlar(bkz. fazla masturbasyon sağır yapar)


death metal-can: yukarıdakinin upgrade versiyonu bi tane bundan normal insana yeter. Harbi bak. O kadar yane.

alkol-can: bu adamlar var ya bu adamlar akşamın bi vakti açarlar bu mevzuyu ölümüne canınız çeker. Ulan birlikte içelim desen. Dallamadır bu herifler senden bi 2 saat uzakta otururlar "sonra gelme mi dedin" derler adama. Rakı şişesinde balık evrsiyonlarıda var bunların. Ama işte hep yalnız içerler, başkalarınında kanına girerler. Öyle şerefsizdirler (johnny'e sevgi kafacıkları). Ama bunlarla içmeside süper zevklidir ha. Neyse onlara gitsemde içsek...

genel isimler
herkese gider bu isimler
shonen-can: erkeklere kullanılabilir.
shojo-can: yukarıdakinin kız versiyonu
pikachu(-can): erkeklerde hatunlarda gider güzeldir.
dallama-can: herşeye herkeze gider bu. Key cümledir ölümcüldür.


Neyse aklımdakiler bunlar gelirse gene yazarım hadin kolay gele herkese 

18 Mayıs 2008

Cadı'nın geçen 20. baharı

20 seneni doldurmuşsun artık sanırsam.
Dilek olay 20 bahar geçmiş hayatından.
Kaç kazan kaynattın kimbilir 20 yılda veya daha kaç kazan kaynatacaksın... Kim bilir kaçını ben görebileceğim.


Sen süpürgene binmiş giderken 21. senene doğru. Biz ayağı toprağa bağlı olanlardan yıldızlara daha yakın olan sen, hep öyle kal.

Nice senelere Witch of the Black Rubies...

Kazanlarında bi boy büyümüştür şimdi senin...

12 Mayıs 2008

Ata Demirer, Johnny, bira ve kadiköy yokuşu...

Nerde kalmıştık bakalım ?

Üç parmak muhabbetinden sonra dağılmış olan ben kendimi içkiye vurmak sureti ile kara tarihimi, kör bahtımı biraz olsun neşelendirmek için kendimi birahiye vurdum. yok fiziksel bir temas anlamında değil... Birahinin içindeki biraya vurdum kendini. Neyse öbür masalara sıçramış olan üç parmak muhabbetinin ve benim şaşkınlığın bitinceye kadar güle oynaya muhabbet devam etmişti o gece. Ama ne derler bilirsiniz bir şey es kaza yanlış başladı mı öyle devam eder.

Şimdi günü biraz daha açalım isterseniz. O üç parmak muhabbetinin koptuğu sabah aslında Uluç'un doğum günü idi. Bir araya gelmemizin temel sebebi ulucun doğum gününü kutlamak idi. Neyse o günlerde ben deniz nedense kafa yaklaşık iki metre yimi santim havada (boyla karşılaştırınca bi karış oluyor arkadaşım abartmayın). Toplanan millet ile buluşulmuş hep beraber patso yemeye gidilmişti(ulan herşey burdamı koptu acaba; çünkü o masadaki herkes sosisli patso yemişti...) bünyeye yeterli mikrop, çikrop (çikrop nedir ya oldu olacak bari çükrop olsun...) ve kedi eti alındıktan sonra hep beraber içmeye gidilmişti.

Geri kalan kısmını siz tamamlarsınız şimdi durum şu nedense herkes o günlerde Ata demirer'in şovunu izlemiş onu tartışmakta. ben konuya bir haberim. Bilen bilir bir skeci vardır ata demirerin reklamlarla ilgili. Neyse birden bu adam madam kayarım ben buna muhabbeti dönüyor aramızda. (o sırada üç parmak muhabbeti çıkmamış hazırda bekliyor çıksa maffolcaz yani) Neyse skeçi bilmeyenler için anlatayim. Çok eski zamanda (fi tarih) bir araba reklamı vardı. Yolda bir taş ve ötesi bayan abla otostop çekmekte sonra araba tam yanında durmakta sonra şöför birden bişey farkedip kaçmakta ve o güzel hatun ablamızın yüzü o günün teknoloji ile tutup yırtılarak içinden çirkin adam çıkar. Böyle abuk bi reklam eleman bunu izler ata demirerde ve şey der reklam bitince " Adam madam kayarım ben buna". Her neyse biz muhabbeti böyle genişletmişiz herkes birbirine kayıyor. Uludağdayız sanki herkeste kayak var yolda musait sanki. Neyse üçparmak zirvesinden sonra biz alkol durumumuz gayet yüksek bir halde yola çıkmışız. Akşam 11-12 suları ama kadıköy sokakları bomboş. Boğanın ordan aşşağıya inerken kendi aramızdan muhabbetlerde şaka yapmışım "2 metre aramıza mesafe koyun lan" diyip sürüden ayrılmışım. O sırada da önümüzden topuklu uzun sarı saçlı bir eleman geçiyor. Neden mi eleman dedim. Şöyle efenim arkadaşın doğuştan metronomu var; ancak yokmuş gibi davranıyor (evet travesti...). Gördüm ben elemanı bizimkileri beklemek için durdum. O sırada bunlar geliyor. Şimdi hava karanlık, bizimkilerin açı kötü, bide alkollüler... Bunlar bizim elemanı abla sanmışlar. Muhabbete girmişler "Ulan taş gibi", "her eve lazım" diye. Ben dedim ki beyler eleman travesti idi. O an ki suratlarını unutamam. Elindeki şekeri yere düşmüş çocuk gibi bi suskunlaştılar bunlar gözleri yaşardı adeta...


İşte tam o anda... Johnny ağzından o ölümcül gecenin lafı çıktı. "Adam madam kayarım ben buna". İşte o gün benim o kadıköy yokuşunu yuvarlayarak indiğim gündü. Sadece benim mi ? orda ki herkesin.

Gözlerimizde yaşlar. Ellerimizde sazlar belimizde pekin ördekleri ile (portakallı pekin ördeği yapacaz kafa o kadar iyi) yuvarlana yuvarlana minibüslere gitmiştik. O akşam pek çok kere dediğim iki şeyi içimden bir kere daha demiştim. "uluç iyi ki doğdun" ve "Olum Johnny manyaksın sen".


Neyse adam madam kaçarım ben burdan...

11 Mayıs 2008

Üç Parmak Sorunsalı...

Şimdi herşeyin kökü birahi ile başladı aslında. Yanlış olan birahi değildi bu konuda aslında. Birahinin bir suçu yok, suçu olan şişede durduğu gibi birahide durmayan bira diyebilirmiyiz. Hayır abisi kesinlikle sorun nam-ı diğer Johnny ve kendisinin yerinde duramayan 3 parmağı...

Şimdi herkes bilir 5 erkek ( tercihen abazalığın dibine vurmuştur bu insanlar, genelde hepsi sigara falan kullanır, boyları ve kiloları değişgendir) bir araya geldiği zaman eğer yaş kemale ermişse konuşacakkları konu bellidir. Kızlar, kızlar, ve onlarla olan yakın temas ilişkileri. Neyse içkininde etkisi ile güzelleşen sohbet barda devam etmektedir. Bendeniz yan masadaki kızı kesmekte olan N.Ş.A.'da gayet terbiyeli, edepli ve kendini bilen insan (yalancılığının dibine vurmak ?!) bu arkadaşların yaptığı hafif dozajta terbiyesiz ama ölümüne zevkli muhabbete kulak misafiri olmaktaydım. Neyse efenim konu bir bayanı belli hırdavatı kullanmadan nasıl mutlu edebilirize geldi ( nam-ı diğer ön sevişme). Neyse biz basit şeylerden bahsederken Johnny üç parmak dedi. Dedi demesine de benim %55'i yandaki masada olan dikkatim tamamen yerle bir oldu. Üç parmak nedir abi? nası yani 3 parmak? nereye giriyor o olum manyak mısınız siz? Hem o hatun 3 parmağı yedikten sonra bu işim muptelası olur anca bizim Mikail keser (ki Mikail Amerikan asıllı Siyahi bir arkadaşımızdır, anlayan anladı). Sonra biz böyle muhabbetini yaparken yan masaya sıçradı zaten muhabbet ve o bayan arkadaşımız sittin sene daha bana pas vermeyecenden dikkatiminin %55'i bana geri dönünce bi şey farkettim. Johnny'in eller küçük... Bildiğin küçük onun üç parmak benim 1.5 parmak anca eder ( zaten o ellerle bu eleman ya piyanist olurdu yada yazılımcı. Gitti yazılımcı oldu başımızı dijital saat yazdı az önce mesela...) Neyse ama benim şaşkınlıktan vediğim muhabbet ile buda aramızda bir efsane olarak tarihe geçmiş oldu. O zamandan beri nerde 3 parmak görsem aklıma Johnny gelir. Bide Mikail...


Daha böyle efsanelerimiz var, var olmasınada hangi birini anlatacam ki, mesela Funda var, Come on rocky get sirious gibi muhabbetlerimiz var. Ölene kadarda hatırlarız artık. Mesela son muhabbette "Lamba" şarkımız.

Bi ara onuda dinletiriz demi ?
Ha bu sırada Ne Lambası diyenlere için cevap
Gaz lambası...

02 Mayıs 2008

Bahar ?! Part 0.99

Dikkat alttaki yazıyı Casper laptopu olanlar okumasın...

Önemli günlerden biri olan 29 Mart günü gelmiş çatmış. Biz Ali'nin ayarlaması ile (All Hail Ali Servet Eyüboğlu?!) Casper fabrikasında yapacağımız toplantı için yola çıktık. Şimdi şu Casper fabrikasını biraz açalım.

Açalım derken o eşşek kadar binanın içinde ne olmasını bekliyorsunuz siz? Ben gerçek anlamda ciddi bir fabrika olduğunu sanıyordum ama içeri girince ve biraz gezince bu düşüncenin aslında ne kadar yanlış olduğunu anladım. şimdi binanın hakkını verelim, hayatımda gördüğüm en teknik ve dizaynı güzel binalardan biri idi. Temizliğinden tutunda asansörüne kadar... ancak (ki işin en büyük falsosu burda) fabrikalıkla alakası olmayan bir yer burası. Montaj merkezi daha mantıklı bir tanımlama olur. Montaj derken aman sakın ciddi bir şey yapıldığını sanmayın yeteri kadar bilgi ile 13 yaşındaki bir veledin yapabileceği işlemler bunlar. HDD tak, anakart tak gibi takışma işlemlerinden oluşuyor.

Neyse güzelim "fabrika" gezildi, sonra işleri halletmek için toplantı salonuna geçildi. İşte Casper laptop olayı orda ceyran etti. Şimdi bir apla (yaşca benden baya bir büyüktü herhal) ki kendisi Casper'ın namından dolayı beklenmeyecek güzellikte bir apla (bahar bitti, hala yanlızım, kanım kaynıyorrr oyy oyyy...) biz projektöre Ali'nin laptop bağlarken gelip "aaaa Casper laptop değil mi ? nasıl olur ama bunu kullanamazsınız" diyerek beni dumurlardan dumurlara uğrattı. Şimdi dumurları bir sayalım. Birrr ablanın kendisi... İkiii tikky benzeri bir ses tonu ile söylemesi... üççç Casper'ın laptopu varmış alo?!... Beşşş müdürleri görürse ne yaparmış (masaaltı ?)... Neyse grup olarak yaşadığımız bu dumurdan sonra yarı HP ve MP ile yolumuza devam ettik. Laptoplar kaldırıldı. (evet o kadar adamın içinde bir Allah'ın kulunun casper laptopu yoktu) Süper ötesi teknoloji binada (tuvaletlerin bile ışığı kendiliğinden açılıyor o derece) biz beyaz tahta ve kaleme kaldık...

Neyse bunları atlattık. Güzel bir buluşma oldu herşey zevkli geçti İnprodA varlığı ile bizi şereflendirdi. Eğlendik ve sonunda eve geri döndük. Bir Mart günü daha böyle kapandı sonra Nisan ayı başladı. (şu an bitmiş olan) Biz yaklaşmakta olan bilişim kariyer günlerinden bi haberken kapıya elinde sopa ile 7-8 Mayısın gölgesi dayandı dayanmasına da... Kapı yoktu ki... Çünkü önce Nisan ayında odayı döşeyecez hep birlikte...

Bahar?! Part 1.00 ile bahar ayı konumuda bitiriceğim. Sonuçta artık bahar şaşkınlığının yerini Yazın baygınlığı almaya başladı. Kalın salıcakla...

Not: evet 4. nedeni söylemedim dumurun o b ende kalsın...

09 Nisan 2008

Bahar ?! Part 0.66

Sazlı sözlü ankara gezimizden sonra okulumuza (aslında evime, yatağıma ve banyoma kavuşmanın sevincide neyse) kavuşmanın sevinci ile c dersi ödevine daldık ki dalış o dalış...

Zaten yeterince yorgun bir halde İstanbula gelmişiz. Sanki savaşa gitmişte dönmüş bir tayfa gibiydik. Zati şahsiyetim eve vardıktan sonra babam tarafından bir güzel sorguya çekildikten sonra banyo denilen kutsal mabete koştu. Böyle yıkandığımı hatırlamıyorum. Neyse bir şekilde uyundu o akşam (Rüyamda fairy-chan'ı görseydim keşke, sWeeT Dreamz aRe MAde of Thizzz). Neyse yarın sabah rahatca kalkıldı ve okula gitti.

Şimdi bizim bir ödevimiz vardı gittimiz hafta verilmiş olan. (aslında cümleye bizim bir C hocamız var diye başlamam gerekiyorda Yusuf Sinan Hocanın çok ismi geçecek bundan sonra, o yüzden tanıtma gereksinimi duymuyorum) Şimdi ödev bildiğiniz zor. Aslında kolayda denebilirde bunu anca yaptıktan sonra söyleyebiliyorsunuz. Ömer Farukla gezide beraber yaparız ödevi demiştik. Beraber kelimesi yanlış anaşılmasın Yusuf Sinan hocamız öyle bir hocadır ki boy ortalama kendisinden bi 5 cm uzun olan sınıfın (benim katkılarımla) tamamını sindirmiş kendinden korkar hala getirmiş bi hoca (evet üniversitedeyiz) bunun yüzünden ödevi beraber yapma şansımız yok anca mantıkta biraz tartışabilirdik. Herneyse durum itibari ile yatmıştı oda (her gece tutupta nargile içmeye gidersek olacağı buydu). Sabah buluşuldu ve sınıfa kapanıldı. Beklenenin gibi yapılamayacağı anlaşıldı. Mehmet Göktürk Hocamızın "akşam burda mı kalıyorsunuz ?" sorusundan sonra anladık ki gitme vakti gelmiş (Okulda kalmak düşüncesi çok tatlı geldi bana ve cidden yapmayı planlıyorum, bi klup odası hallolsun) ben umudu kesip yarına attım ödevi, Ömer faruk "Bir şekilde yetiştiririm" dedi ve de yetiştirdi. Neyse güç bela bir C ödevinden sıyırdıktan sonra daha önümüzde Casper toplantısı gibi bir toplantı olduğunu anlayarak biraz daha tempolanmaya başladık. Nereye tempolanıyorsak. Onu da vers. 0.99 da anlatırım.

He yanlız Casper Laptopu olmayanlar lütfen okumasın gelecek olanı. Neden mi ? Nedenini anlatırım :P

04 Nisan 2008

Bahar ?! Part 0.33

Neyse kazması ile küreği ile ve bol bol "miyah"laması ile bir Mart'ı daha atlattık. Kediler artık daha sakin, daha oturaklı ama bizim buralarda asıl muhabet şimdi başlıyor.

Bahar geldi. (Geldi gelmesine de bana mı geldi... Hala sapım lan...) Kedilerde 1 ay mart deyip geçtikte; insanlar şimdi bahar aşkıydı, yaz aşkıydı derkene miyahlama sezonlarımız 6 aya yayılmış durumda. Hep biz mi kedilerden çekecez biraz da onlar bizden çeksinler.

Şimdi ilk olarak Mart ayı sonu durum değerlendirmesi yapalım. En son bloga yazdığımdan beri baya baya hatta bayaaaaaa bir şeyler yapmış durumdayım Ankara gezisi, Casper gezisi derken Martın sonu ettik. aslında bunların hepsinden en az 3 tane çıkar ya özet geçelim hemen. Ankara gezisinin tamamen en büyük olayı Fairy-chandı. Bir kız düşünün beline kadar sarı saçlı, gözlüklü ve de güzel. Şimdi beyler hayat etmeyi kesin... (Kirletmein bakayim Fairy-chanınmı, yoksa Senelian seal of approval'ı yersiniz gözünüze) ama Ankaralı... Başka ne vardı Ankara gezisinde derseniz, geri kalanı pekte heyecan verici şeyler değilde doğru söylemek gerekirse. Asıl bomba geri dönüştü...

O neydi dercesinde yaşanmış bir 7 saat düşünün. Bir minibüs hayal edin 17 kişilik arkada bir 4 lü koltuk ve 3 gündür yıkanmayan 15 erkek... Düşünün düşünün iğrenmeyin. O neydi ya öyle böyle değil arabanın arkası bildiğin erkeklik kokuyor. Hele bide Ercan abi'nin (kendisi okulun bize tahsis ettiği şöför beyamca dayı olmak üzere bayaaa da sosyetiktir, bilen bilir.) benzin yakar diye klimayı açmadığını düşünün (pencere yok evet ehue) arkaya bakınca (evet direk kaçtım arkadan) sıcaklıktan buharlaşan hormonların sebebi ile görüntü kırılması oluşmuş durumda. Millet öldü ölecek (aslında başka bir ihtimal var ki... yok abi yok ona hiç girmiyorum). Hele arkadaki 4lü (isim vermek gerekirse Zekeriya, Türkay,Ömer Faruk bide Ahmet) birimiz hepimiz hepimiz birimiz modunda kaynaşma ve dayanışma içinde idi. Neyse bir şekilde ikna ile klima açıldı ama ne çare o zamanda bendeniz sessiz, baygın ve patlamaya hazır kalabalığa vermeye başladım gaz (metan gazı değil canım ondan yeterince vardı.) neyse binbir rezillik ile eve gittikten sonra çıkardığım çoraplarında hakkını vermek istiyorum. Arkadaşlara zenginleştirilmiş Uranyum kategorisine girdiğinde karantinaya alındı. Rapora göre kuantum sıçraması yapabilme özelliğine sahipmiş hemde ters yöne...

Neyse sazlı sözlü ankara gezimizden sonra okulumuza (aslında evime, yatağıma ve banyoma kavuşmanın sevincide neyse) kavuşmanın sevinci ile c dersi ödevine daldık ki dalış o dalış...

Neyse çıkmasını daha sonra anlatırım...

15 Mart 2008

Görmek yada görmemek... veya doğru yerden görmek

Şimdi efendim 12 mart Çarşamba günü geçirdiğim ufak bir kaza sonucu çok sevdiğim, kalbimde çok büyük bir yer kaplayan %40 inceltilmiş, organik, antirefru sağ gözlük camım sizlere ömür bana ziyan bir biçimde hakkın rahmetine kavuşmuştu. Sonuçta 5.00 numaralı, bonus olarak da Astigmat denilen atsan atılmaz satsan satılmaz miyopluğum dolayısı ile tabiri caiz ise hiçbir dışkıyı göremeyem gözlerimle ile başbaşa kalmış idim. Neyse bir şekilde eve varıldı (Cem Beye üstün yelkenli kullanma başarısı için tebrik etmekteyim). Eski gözlükleri karıştırıp 4 sene önceki 2.75 numaralı %30 inceltilmiş gözlüklerimi taktım... Taktım takmasına da... takmaz olaydım.

Ondan sonraki günler zaten bir fiyasko idi sanki. Hiç kimseyi göremiyorum, tahta anlaşılmıyor; ya bırakalım şimdi tahtayıda önümden dünya güzeli geçse anlamayacağım (Ulan tut ki gerçek aşkı kaçırdım bu yüzden... Uluççç kafanaaaa :p) ki dünya güzeli olmasına da gerek yok şu anki gidişatımı ele alırsak (2.ci ilede yetiniriz canım). Neyse Babamın gayreti sayesinde hemen perşembe günü doktora gidildi, cuam günüde gözlükcüye ve gün itibari ile de yeni camlarıma (%40 inceltilmiş, organik, antirefru. Şimşek Optik ve Serkan abiye sevgiler) kavuştum. Peki asıl konu ne derseniz hemen gireyim efenim.

Cuma saat 17 sularında vapura binmiş dışarda oturupta vapurun kalmasını bekliyordum. Herkes bilirki iskelede martılar vardır uçar falan. Hiçte dikkat etmeyiz ne dönüyor diye, arada eğlence olsun diye kimisi simit falana atarda onalrda sıkılır yarısında kendileri yer, kısa tanımla obur dallama diyoruz onlara. O görmez gözlerim ile biraz kısarak kuşlara baktım. Bilindiğinin aksine martı ve güvercin dışında adını bilmediğim 4 kuş türü daha vardı. Ulan onlar hep mi ordaydı yoksa bir şansmı derken, o akşam elli bin kere gidip geldiğim yollarda pek çok farklı şeyin olduğunu farkettim. Hani derler ya "İstanbul bir başkadır", biz istanbullulara kandırmaca gelir. Harbiden de doğru ama görmesini bilene...

Başla bir ton şey farkettim. Misal odam harbiden çok dağınıkmış (ama bu beni onu toplamaya itti mi? Yooo.). Köşede ki gözlükcüde çalışan kız harbiden de çok güzelmiş (olum eftal iyice abazalığa vurmaya başladın aman dikkat.). İlhan İrem ölmemiş yaşıyormuş (euhe bizim tayfaya sevgilerle). Kısacası baktığım pek çok şeye bakmıyor muşum (diğerlerini sallada gözlükçüdeki kıza ve ilhan ireme ayıp oldu bak).

Şimdi tutupta "Heyo genç millet, biz geleceğiyiz buraların biz aslanız biz kaplanız hayata karşı daha açık gözlerle baklamalı daha çok yargılamalıyız yuppi" tarzı bir tepki vermeyeceğim. Neden derseniz?
Birincisi ailenizin kahramanı değilim ben.
İkincisi millet gözünü açarsa gözlükçüdeki kızı kapabilirler.
Üçüncüsü bir insan poposundan görmek istedikten sonra onu istesende gözlerinden görmeye zorlayamazsın (deneyim konuşuyor evet.).

Şimdi gözlüklerime kavuştum ne kaldı aklımda derseniz? Gözlükçü kız derim (yarın ben bi burun tutacaklarını değiştirmeye gidem...) Yeniden göremeyi kesecem (kızları değil. Alo.). Çünkü bazı şeyleri görmekte insan zorlanmadığı sürece görmemeye devam edeceklerdir. İstanbul bir başkadır evet. Başka bakmasını bilenlere...

10 Mart 2008

Denemcan... Bu bir aşk hikayesi...

Olasılık dersindeyim. Dersi bir öğrencinin dinleyipte anlama olasılığı, dinlemeyipte anlama olasılığından daha az olduğundan kimse dersi yumurtalıklarına takmıyor. Önümde oturan Shonencan ( isim vermek istemiyorum,ama ısrar olursa verebilirim, e-maille bana ulaşın pls.) nam-ı diğer M.can (eheheh) sırma saçları ile kamufule ettiği plastik kulakları ile müzik dinlemekte.

Nerden çıktı bu xxx-can takısı (xxx-can dan da iyi porno sitesi olur ha...)? Şöyle efenim; Mart'ın 4. günü (bol kedili, sağnak miyavlamalı 3 Mart gecesinin sabahı) saat 11.30 suları... Canavarların cirit attığı C dersi LabWork'un olduğu karanlık bilgisayar labına girilmiş. Yenmemiz gereken LW01 adlı "C"anavarı ( Lv 20, Hp: 15000, Mana: ohooooo, Lawful Kazık) ile boğuşurken (ellerimizde -5 two-handed (10 fingered) compiler "the gcc" ile) yazdığım programın ismini denemcan.c koydum. Kim bilebilirdi ki bunun geri dönülemez bir zaman ve mekan yırtılması yaratacağını (biz soru karşısında bir tarafımızı yırtıyoruz o ayrı bir mesele). Şimdi aslında benim amacım deneme.c yazmak idi, ama C dili tanrıları tarafından (bir tane değil bunlar),yanımdaki (koordinat x=3.0,y=0, saat 3 dönünde, osuruk mesefesinde) M.can'ın etkisi ile deneme.c oldu denemcan.c.

Sonra bu olay yayıldı tabii: Hedecan, yedekcan, yumurtalıkcan, shonencan derken iş Fundacana kadar vardı (All Hail to Fundacan?!). İyiki de vardı "can"ım. Denemcan efsanesi işte böyle başladı (devamıda var bunun ilk kitap followship of the "can"s, ikinci The two "can", üçüncü Return of the "can") Yakın zamanda bitecek gibi de değil...-can.

05 Mart 2008

Cadı'nın ağacındaki 7 büyük elma

Kaptanın seyir defteri tiftik yılı 2008. Günler geçtikçe dışarıdan gelen seslerden korkmaya başladım. Kedilerle aramda olan ilişki giderek kötüye gidiyor. "Küresel ısınmadan olsa gerek" diyerek kendimi avuturkene dışarıdan gelen sesler hiçte avunmama yardımcı olmuyor. Maltepe'nin kedilerinde bir sorun var... Aynen yeni türeyen bir kız türü gibi...

Nedir bunların olayları diye soracak olursanız kısaca anlatayım. Hastalarımızın özelliklerini sıralarsak; Zeka; hatrı sayılır derece de zekaları gelişmiştir bu türün, tikky kızların aksine beyinlerini mantıklı bir biçimde kullanmaya yönelmişlerdir. Dış görünüş; bu konuda da gayet evrimleşmişler. Bildiğin güzeller yani ama onlarınki marka bağımlılığı olan sadece ithalata katkı sağlan bir güzellik değil hem de. Boy; genelde kısalar (şaka canım şaka).

"Eee ne alıp veremediğin var bu tür kızlarla?" derseniz. Şimdilik yok. Aslında bu tür kızlardan bir erkek olarak alabileceğiniz çok fazla şey yok. Nasıl yani? Şöyle yani. Bu kızlar kendilerine bir erkeği aşık etmek için her türlü silaha sahip oldukları halde nedense aşka küsler."Eee bundan sana ne?" derseniz şimdilik "bana ne" cidden de, yani şanslıyım ki bu türden birisine aşık olmadım. Şimdilik...

Genel olarak böyle olmaların sebebi ilk aşklarında giden kötü gelişmelerden kaynaklanıyor. Bu arkadaşlar bu yaşanan ilk aşk vakasından sonra aşka inançlarını kaybediyorlar. Genelde 3 tür bunlar. 3 tür ilk ikisinin karışı gibi bir şey.

Şimdi iki farklı türünü inceleyelim bunları. Birincisi; insanlar yaşamak veya mutlu olmak için karşı cinsten biri tarafından sevilmek ister. Yani matematiksel olarak ele alırsak belli bir miktarda sevgi pointine ihtiyaçları vardır. Normal insanların (arkadaşlar, aile fertleri vb) sevgi pointleri 1 ile çarparkene. Sevgilin ki 7 ile çarpılıyor. Yani kısaca sevdiğiniz insanın size verebileceği mutluluk 7 kat daha fazla (extralar hariç). Tamam, şimdi denklemden sevgiliyi kaldıralım. Eee sevgi pointe ihtiyacımız var bunun nasıl karşılayacağız ki? Şöyle ki; eğer arkadaşlarınıza daha yakın davranırsanız bu gerekli pointleri onlardan sömürebilirsiniz. Bunun sonucu olarak ise karşı cinsten yakın arkadaşlarınız sizin sevgi point sömürmenizi yanlış anlayacak ve ister istemez size karşı duygu beslemeye başlayacaktır. Ha ama siz aşka küstünüz. Karşı cinsten arkadaşınız babalara geldi yani...

İkinci tür biraz daha karmaşık. Bu arkadaşların Armor Pointleride yüksek ve daha kendilerini bilir biçimde davranıyorlar. Bunlar arkadaş çevrelerindeki insanlardan fazladan sevgi point sömürmek yerine arkadaş çevrelerini genişletiyorlar; böylece daha fazla kişiden normal miktar sevgi point ile açığı kapatıyorlar. Ha bunun sorunu ne? Siz bu arkadaşları yakın arkadaşınız sanarken öyle bir hareket geliyor ki başınıza, kendinizi bok gibi hissetmeye başlıyorsunuz. Siz onu yakın arkadaşınız sanıyorsunuz ama onun sevgi point sağladı pek çok insandan sadece birisiniz. Ha bunlar armorlarının gücü sayesinde dışarıdan aşık olanlarla fazla uğraşmıyorlar ama es kaza denk gelirseniz baya aşalanmaya hazır olmanız gerekir.

Bunun dışında bide bunların "Hibrit" modeli var ki; oy oy oy ona hiç girmeyelim...

Bu türün çaresi var mıdır derseniz? Var, birinin çıkıpta bunları kafalarına balyoz indirmişcesine aşık etmeleri. Lakin ulaşılması daha kolay ve güzel kızlar olduğundan bu potansiyel "kabuk kırıcılar" pek ilgilenmiyor bu arkadaşlarla.

Bu şekilde bu "popom" dışında başka hiçbir şeye dayanmayan makalemi bitirirken kediler hala beni korkutmakta, ama onlara helal olsun sevmek ve sevilmekten kaçmıyorlar en azından.

04 Mart 2008

Sahipsiz şiir

Sahibi yok bu şiirin. yazdığım zaman ki kafamdaki kişi sahibi olmak istemediğini söylemişti bu şiirin. Aslında şiirden haberi yoktu ya neyse. Pek çok şiirim gibi, o dönemki şiirlerimi de çöpe attım. Bi bu kaldı nedense aklımda. Basit ama okuması zevkli

Beyoğlunda yağmur, cebimde son meteliğim
Islanmış güzüm, bedenim
Köşe başınca çiçekci, Sarıyerde evim
Aklımda sen, fikrimde sen

Beyoğlunda yağmur, elimde çiçeklerin
Cebimde de kalmamış meteliğim
Köşe başında sen, Sarıyerde evim
Aklımda sen, kalbimde sen

Sona kalan dona kalır...

Yine bir mart akşamı (ulan daha nerden baksan 4 hafta var martın bitmesine yeni bir başlangıç bulmak lazım), bu akşam kedigillerimiz erken başlamış. Pencereden gördüğüm kadarı ile 4'lü bir grup var. İki olasılık var 4 kedinin yapabileceği; ya okey oynuyorlardır, ya da... "ya da"sını boşverelim şimdi.

Hiç sevmem birşeyden son haber alan adam olmayı. Bi tür takıntı belki de bu. Misal en yakın arkadaşım kız arkadaşından mı ayrılmış (arkadaşım kızsa durum değşebilir,bazıları acayip çemkiriyor. Elin dallaması üzünden arkadaşının ağlamasını izlemek... Pek bana göre değil); ilk ben bilecem. Canımı sıkılmış yine ilk ben bilmek isterim. Tüm tatsız haberlerde ilk öğrenen olmak isterim. Güzel haberler ise o kadar önemli değil. Sonuçta insanın acısını bilirsen sadece paylaşmazsın, ona yardım da edebilirsin. Güzel haberlerde ise onun canını sıkma veya kıskanma olasılığın vardır daima.

Misal şu an dışarıdan 4lü kedi çetemizden "sevinç" dolu sesler geliyor. Merak ediyor muyum? Hayır. Herhalde siyah olan okeye dönüyordur.

Mesela buluşmalarda son haber alan adam bensem gelmem kesinlikle. Eskiden olsa (eski garip bir kavram 1 sene önce takmaz gelirdim 4 sene önce gelmezdim.) pek bir şey demeden gelirdim.
Şimdilerde son adam olmak kendini 5. tekerlik gibi hissettiriyor adama. Ferrari'nin bile olsa 5. tekerliği olmam arkadaşım. Bunu yapınca da "oyun bozan" deniliyorsun.

Bak mesela dışarıda ki Taksici beydayı amcaya, adam direk gitti dağıttı kedilerin okey masasını, beyaz olan taş çalıyordu herhalde. beyamca dayı da bir garip konuşuyor, kedimi yutmuş ne ağzından "hasftrikulan" tarzı bişey çıktı. Belki de mayaca falan biliyordur. Ya da içtiği ayranın mayası bozuktur. Kısaca maya ile ilgili bir sorun var, ama ben bilmem dayı amca bey bilir.

"Sona kalan dona kalır" şimdiki hayat felsefem budur bu konularda. Tersini söyleyebilirsiniz tabii ki. Ama açık olun, gözlerinizi kapattığınızda kendinize yakın tuttuğunuz insanların en son sizi hatırlamasının "kafaya takılmayacak", "abartılmayacak" bir kısmı yok. Zaten böyle hissetmiyorsanız o insanlara değer vermemişsiniz demektir. Kandırmayın ne kendinizi ne de onları boşuna derim.

Anidir her başlangıç...

Saat 02.00 bu mart gecesinde beklenin aksine kedi miyavlamaları olmaksızın bilgisayarın başına çökmüş halimle gezinirken "Lan herkes blog yapmış, ben neden yapmıyorum" hışmı ile girdim bu projeye ama bakalım ne olacak.

Biraz başkalarının bloglara bakılınca "herhalde edebi olmak lazım" gibi bir kanı uyanıyor kafasında insanın ister istemez. "Ne zaman yazarım... Ne kadar yazarım... " Sorularından sonra ise "Kim okur burayı..." gibi daha karamsar bir hale geçiyor insan ki, beklenen ilk kedi miyavlamaları (daha çok miyah tarzı bişey geldi ama olsun) bir fikir atıyor kafama.

"İlla başkalarının okuması için değil ki blog. Bir tür günlük gibi ama herkese açık."

Bu fikir daha çok hoşuma gitmeye başlıyor. Sokaktaki kedigillerinde sesinden bakılırsa onlarda hoşnut; ama benden mi? Hiç sanmıyorum.

Benim dışımda buraya uğrayanlar. Öncelikle hoşgeldiniz, istediğinizi okuyup istediğiniz şekilde yorumlayabilirsiniz. Merak etmeyin çok özel şeyler bulmayacaksınız burda; başkalarının farkındalığı ile yazılmış olaca pek çok şey. "Saklayacak hiç birşeyim yok" yalanı olmadan, ama samimiyetle...